“Müzik dünyasında göçmenlik yok. Şu anda bütün dünyada halklar arasında olan bir yığın problem müzik dünyasında sözkonusu bile değil.”
Hoşgeldiniz.
Siz de hoşgeldiniz.
Ergun Gülbay kimdir?
Ergun Gülbay, 1983 yılında Trabzon’lu bir ailenin İstanbul Beşiktaş’ta doğan çocukları olarak dünyaya geldi. İlkokul bittikten sonra Maçka’da olan İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nı kazandı. O zamanlar 8 yıllık eğitim yoktu tabi. İlkokuldan sonra bu bir tip eğitim alınabiliyordu. Dolayısıyla ortaokuldan başlayarak, ortaokul, lise ve üniversite dahil, 10 yıl İTÜ öğrencisi olan ve fakülte bittikten çok kısa bir süre sonra Kanada’ya göç eden bir müzisyen kardeşiniz Ergun Gülbay.
Konservatuarda 10 yıl geçirdiğinize göre birçok ünlüyle tanışmış olmalısınız.
Elbette, bir çok ünlü kişiyle çalışma fırsatım oldu. Mesela Zerrin Özer, Ali Güven ya da Hazal şu anda aklıma gelenler. Bunun dışında konservatuarda okumanın en büyük avantajlarından bir tanesi de piyasadaki ünlülerle okul arkadaşlığı ya da kantin arkadaşlığı yapmış olmak.
Kanada fikri nasıl oluştu aklınızda?
Benim hiç yurtdışına çıkma niyetim yoktu. Maddi manevi hayatımdan gayet memnundum. Konservatuar biter bitmez küçük ablam yurtdışına gidip İngilizce öğrenme fikriyle geldi. Bir müzisyenin sanatını yurtdışına taşıyabilmesi ve ülkesini temsil edebilmesi için dil bilmesi çok önemli. Tabi o zamanlar dil eğitimine 6-8 aylık bir macera gözüyle bakıyordum. Anadili İngilizce olan ülkeler arasında Kanada sosyal şartlar bakımından tercih ettiğim ülke oldu. Kanada’nın huzuru bağımlılık yapıyor. 10 aylık dil kursu için geldim sonra oturma izni, vatandaşlık ve aile kurmak derken aradan belli bir zaman geçtikten sonra bakıyorsun ki buralı olmuşsun.
Sizin için Kanada’yı değerli yapan nedir?
Her şeyden önce huzur. Burada tüm canlılara, tüm cinsiyetlere eşit değer veriliyor.
Peki Türkiye’deki bir müzisyen Kanada’da ne yapar? Biraz kısıtlamış olmadınız mı kendinizi?
Tabi, bunu söyleyen çok oldu. İlk zamanlar benim için oldukça zordu. Fakat ne yazık ki sanat anlamında bugünkü koşullara baktığımda yanlış yapmadığımı görüyorum. Çünkü daha konservatuarın son yıllarında reklamcılık yapmaya başlamıştım. Sadece müzikte değil, dansta ya da resimde çok iyi yerlerde olmaları gereken arkadaşlarım büyük problemler yaşıyorlar.
Buradaki ilk zamanlarınız nasıl geçti?
Tabiki yol yordam öğrenene kadar bir sürü işler yaptım. Evin geçiminin sağlanması için bir yerden para kazanılması lazım. İnşaatta çalıştım, pizza dağıttım, garsonluk yaptım, tuvalet temizlediğim de oldu. Hiçbirinden gocunmadım. Buradaki hayatımı idare ettirecek istediğimiz işlere kavuşmak birkaç senemi aldı.
Burada müzik yaşantınızın yeniden başlaması nasıl oldu?
Biraz çevre edindikten sonra müzik yapmaya başladım. İlk olarak Grup Boğaziçi kuruldu. Zamanla diğer müzisyen arkadaşlarımızın da katılımıyla çok da güzel bir grup olduk. Çoğunlukla amatör müzisyenlerden toplanan bir grup olsa da bizi bir şekilde tatmin etti. Boğaziçi’nin bende özel bir yeri var. Çünkü gurbette her birimiz başka işler yaparken ayda bir de olsa toplanıp kendi müziğimizi yapma imkanı tanıdı bize. Tabi bugünlerle kıyasladığımızda ayda bir müzik bir müzisyen için hiç doyurucu değil.
Maddi olarak da doyurucu olduğu söylenemezdi sanırım.
Maddiyattan ziyade manevi değeri daha büyüktü bizim için. Tabi yıllar içinde Kanada’daki toplumumuz da çok büyüdü. Birçok yer açıldı. Yaklaşık 1 senedir de Baran’dayız.
Şu anda durum nasıl?
Şimdi İstanbul Trio isimli tamamen profesyonel müzisyenlerden oluşan bir grubumuz var. 2017 ve şu ana kadar 2018 benim için müzik anlamında en yoğun olduğum zamanlar oldu.
Güzel bir iş sonrası alkış duymak nasıl bir his?
Çok güzel bir his. İnsan hiç sıkılmıyor. Ama insan alkış almak için değil, güzel bir iş ortaya çıkarabilmek için çalmalı. Bu manevi tatmin sonunda kazanılacak paradan çok daha önemli.
Yıllar boyunca farklı kültürlerden müzisyenlerle de çalıştığınızı biliyoruz. Kanada’da müzik dünyasında bir ayrımcılık ya da dışlama sözkonusu mu?
Kesinlikle hayır. Müzik dünyasında göçmenlik yok. İnsanlar bu tarz sorular sormuyor bile. Bizim kendi aramızda farklı bir dilimiz var. İlk geldiğim zamanlarda bile dilini bilmediğim insanlarla böyle bir problem yaşamadım. Şu anda dünyada halklar arasında olan bir yığın problem müzik dünyasında sözkonusu bile değil.
Ailenizden bahsedebilir miyiz?
Tabiki. Eşim Bahar hem en büyük destekçim hem de en büyük eleştirmenim. Biri kız biri erkek 2 çocuğumuz var. Oğlumuz Ersel 8 yaşında, kızımız Mira ise 6 oldu.
Çocukların müzikle araları nasıl?
Doğrusu müzikle araları şimdilik pek yok. Disiplin elbette önemli ama özellikle müzik konusunda aşırı disiplinin çocuklarda ters tepki yaratacağını düşünüyorum. Mesela küçüklüğümde yazlıkta bütün arkadaşlarım eğlenirken benim çalışmak zorunda olmamdan hiç hoşlanmazdım. Birgün, Türk sanat müziğinde kanun deyince akla ilk gelen isim olan Erol Deran’ın kasetini teybe koyup camdan kaçmıştım denize girip arkadaşlarımla oynamak için. Tabi herkes beni odada ders çalışıyor zannediyordu.
Gülüşmeler…
Yani çocuklar bir enstrüman çalmayı kendileri talep etmeli.
Tabiki. Bazı insan vardır, kafasına da vursan içinde istek ve yetenek yoksa, almaya da niyeti yoksa o iş olmaz. Ama görürsünüz bazı insanlar ellerinde imkan olmasa da bir yapraktan bile üfleyerek ses çıkarabiliyor. Kısacası insanın içinde istek olmalı. Ben iki çocuğumda da o isteği görürsem elbette onları her şekilde desteklerim.
Bugünkü aklınız olsa yine Kanada’ya gelir miydiniz?
Elbette. 14 yıl olmuş. Geriye baktığımda iyi ki gelmişim diyorum. İyi ki hayatıma Bahar girmiş.
Müzikle ilgili planlarınız neler?
İstanbul Trio olarak bir albüm çıkarma hazırlığındayız. Kendi adıma solo kanun albümü çalışmalarım başladı.
Perfect Gazete’ye konuk olduğunuz için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.