Merhabalar efendim,
Her işin başının sağlık olduğunu tekrar idrak ettiğimiz bahar ayları hoşgeldi, sefalar getirdi.
Kısıtlamaların birer birer kaldırılmasıyla birlikte hayatlarımız yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Normalin ne olduğunu neredeyse unuttuğumuz ve akıllarımızı donduran zorlu bir süreçten sonra gelen bahar aylarının ruhlarımızı otamasını hepimiz canı gönülden diliyor ve gizliden tomurcuklanmaya başlayan doğa gibi bizler de içten içe yeniden canlanmaya hazırlanıyoruz.
Hayatlarımızı yeniden doldurmaya başlarken temkini elden bırakmamak gerektiğini aklımızın bir köşesinde tutmakta fayda var. Geçtiğimiz üç yılın hepimize az ya da çok bir borcu olsa da alacakları tahsil ederken acele etmemek ve kendimizi coşkuya biraz ağırdan satmak gerek.
Bence fırsat bu fırsat, hepimiz muhasebe defterlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Geçtiğimiz üç yılın artı ve eksilerini hesaplamak, en azından yakın geleceğin istediğimiz gibi geçmesinin de önünü açacaktır.
Hiç kuşkusuz, hasta olmak, hasta olma korkusu, sevdiklerimize duyulan özlem, kucak dolusu sarılamamanın burukluğu, izole yaşamak, uzaklığın getirdiği çaresizlik veya bilinmeyenin tedirginliği her birimizi bir başka yaraladı.
Bununla birlikte, pandeminin ağır koşullarında kaybettiğimiz onca şeyin yanında kazandıklarımız da oldu. Sevdiklerimizle ilişkilerimiz sosyal medya veya telefon görüşmelerine hapsolurken her birimiz akıllı cihazlarımızda yüksek lisans yaptık mesela.
Ayrıca, her şerde bir hayır vardır misali, yalnız günlerimizde yeni ve faydalı alışkanlıklar edindik. Bir aileye sahip olacak kadar zengin olanlarımız ailelerine zaman ayırdı, bir ömür albümlerinin süsleyecek hatıralar yarattı. Yalnız olanlarımız, kitapların ölümsüz dünyasından yepyeni dostlarla doldurdu sessiz günleri. Kaybetmek korkusu belki de bazılarımızı küs olduklarıyla barıştırdı. Kısıtlamalardan azıcık nefes alabildiğimiz kısa zaman dilimlerinde iyi ki tanımışım dedirtecek dostluklar kurduk. Hiç biri olmasa bile trafiğe esir olmamış bir yolculuğun nasıl konforlu ve hızlı olabileceğini tecrübe ettik.
Uzun sözün kısası, pandemi koşullarının eksileri kadar artıları da oldu yaşamlarımızda. Dolayısıyla, pandemi sonrası maddi ve manevi kalkınma dönemimize pandemi şartlarından taşımak istediğimiz birçok şey olacak. Hatta olmalı.
Ne ailemizle kaliteli zaman geçirmeyi, ne dostlarımızın sesini duymak için telefona uzanmayı ne de kendi ufkumuzu genişletmeyi ihmal edecek kadar gamsız olmayacağız bundan böyle, olamayacağız.
Oysa erteleme denen o büyük tuzağa düşersek, kazançlarımızın birer anıya dönüşmesi işten bile değil.
Kısıtlamaların kaldırılması, normal sııfatıyla neredeyse genlerimize işlemiş olan ev, iş ya da okul döngüsünün hızla yaşamlarımıza yeniden girmesi anlamına da geliyor. Yeniden aceleyle evden çıkmak, yeniden trafiğe takılmak, yeniden akşam yemeğini hızla yiyip yeniden kendi dünyamıza kapanmak…
Bizleri ne derece mutlu ettiği tartışılır olan bu zorunluluklarımız, sorumluluklarımız ya da kaçışlarımızın, geçtiğimiz üç yılda yüzümüzü güldüren küçük keyifleri unutturmasına izin vermemek gerek.
Günlük hayatın gerekliliklerinin yerine getirilmesi elbette herkesin katılacağı bir gerçek. Birinin sofraya ekmek koymak için çalışması, birinin temizlik yapmak için zaman ayırması, birinin geleceğe yatırım yapmak için uğraşması takdir edilmesi gereken bir durum.
Bence ailece yapılan kahvaltılar, karşılıklı içilen bir köpüklü kahve, yeni bir şey öğrenme hevesi veya salıncakta sallanan bir çocuğun sevinçli çiğlıkları da sorumluluklar ve tutulması gereken sözler listesine girmeli. Hatta girmekle kalmayıp, mümkün olduğunca üst sıralarda yer almalı. Ruhumuza iyi gelen bu mutluluklar da en az iş yerinden gelen bir emaile cevap vermek ya da bir projeyi tamamlamak kadar önemli çünkü.
Aslında hepimiz durumun böyle olduğunun farkında olsak da ertelemek denilen virüsten kaçmak pek kolay olmuyor. Ertelediklerimizse genelde paranın yerine koyamayacağı şeyler oluyor ne yazık ki.
Oyun oynamak isteyen çocuğunu ‘daha sonra’ ya da ‘şimdi olmaz’ diyerek başından savan babanın niyeti elbette çocuğunu üzmek değil. Tam tersine, çocuğuna daha iyi bir gelecek sağlayabilmek için yapılan bir fedakarlık var ortada. Benzer şekilde, evde bir dünya işi olduğu için arkadaşlarıyla kahve içmeyi sürekli erteleyen kadının niyeti elbette arkadaşlarından kaçmak değil. Belki de kendine dışarıdan bakacak olsa, dostlarıyla sohbetin keyfini çamaşırların yıkanmasıyla kıyasladığını ve bu kıyaslamanın garipliğini farkedecek.
Bence farkına varılması gereken en katı gerçek, zamanın geçtiği, geçen zamanın ise geri getirilemeyeceği.
Bu yüzden muhasebe defterlerini sadece sayılabilir şeyler için değil sayılamayan şeyler için de açık tutmak gerek.
İyi ki dediğimiz anların sayısını ne kadar artarsa geleceğe yatırımımız da o oranda büyüyor aslında. O yüzden ertelememek gerek.
Yarın yaparım deme diye öğüt vermiş bir bilge. Çünkü bugün de dünün yarınıydı.
Bugün küçük ya da önemsiz görünen şeyler, yarın hayattaki en büyük özleme dönüşebilir.
Akıllı insanlar, nice yarınlar bugünün kısır telaşına kurban edilmeden harekete geçmeye cesaret edenlerdir.
İhtiyacınız olan biraz büyük resmi görmek biraz da silkinip kendinize gelmek. İçinizdeki çocuğun elini bırakmadan ilerleyin hayatta.
Perfect olun, Perfect kalın…