Bir doğa fotoğrafçısı olarak, Kasım ayında dünyanın en güzel manzalarına sahip olan ülkenin Kanada olduğu konusunda iddialıyım. Yüksek çözünürlük özelliğine sahip kamerası olan akıllı telefonlar sayesinde hemen hemen tüm sosyal medya kullanıcıları, Doğa Ana’nın tualinden fışkıran renkleri paylaşmak için yarışıyorlar. Sanırım, Toronto’da yaşayanlar en çok Kasım aylarında parkları ziyaret etmeyi seviyorlar.
Sıcaktan bunalıp soğuk bir bira açtığımız günlerden içimizi ısıtmak için sıcak çikolata içmeye doğru tercihlerimizi değiştirdiğimiz şu günlerde yazmak için o kadar çok konu var ki, hangisini yazayım derken günler geçiyor ve yeni gündemler çıkıyor karşımıza. Ekim ayındaki erken seçimlerden mi bahsetsek yoksa aşı zorunluluğu karşısında direnen gruplardan mı? Pandeminin son iki yılda hayatımıza getirdiği yenilikler de bir yazı konusu olabilir, Pearson Havalimanı’nın geliş terminalindeki akıllara zarar Covid uygulamaları da ilgi çekici bir konu olabilir.
Sevgili editörüm Ayşegül Kalkan’ın makalemi zamanında kendisine teslim etmem konusunda bana yaptığı nazik hatırlatmalara rağmen bir türlü klavye başına oturamamış olmanın vermiş olduğu suçluluk duygusuyla kendimi göl kıyılarına attığım bir anda yazı konusunu yanı başımda buluverdim.
Göl kenarında bir kayanın üzerine oturmuş, gün batımında sonbahar görüntülerinin suya yansımalarını fotoğraflamaya çalışıyordum. Akşamüstü yuvalarına dönen kuşların ve adını bilmediğim bazı böceklerin sesleri arasında hayallere dalmışken sol yanımdan suya düşen bir cismin çıkardığı sesle irkildim.
Sol arkamda orta yaşta, uzun boylu, uzun saçlı bir adam oltasını göle sallamıştı. Göz göze geldik ve selamlaştık. Adamın çektiği her oltanın ucundan bir balık almasından etkilenerek kendi işimi bıraktım ve onu izlemeye başladım. Son derece sakin bir hareketle zokanın ucundaki balığı çıkarıp oltayı tekrar göle sallıyor ve bir balık daha çekiyordu. Hiç boş yok… Dayanamadım ve adamın balıkçılık maharetinden çok etkilendiğimi söyledim.
Adam, Métis yerlilerinden olduğunu söyledi. Bulunduğumuz göl kıyısının kendi öz toprağı olduğunu ve burada büyüdüğünü söyledi. Yıllar önce, yöneticiler bu bölgeyi ulusal park yapacaklarını söyleyerek yerlileri bu topraklardan ayırmış. Daha sonra aynı bölge, zengin insanların villa yapmaları için tahsis edilmiş ve villalara giden yol özel mülk olarak işaretlenerek başkalarının yola girişi engellenmiş.
Kendi haklarını yasal yollardan aramaya devam ediyorlarmış fakat çok büyük bir ilerleme sağlayamamışlar. Şimdi, kendi doğdukları topraklarda ancak kamp yapabiliyormuş. Balıkçılıkta bu kadar usta olmasının sebebi de bu suları iyi bilmesinden kaynaklanıyormuş.
Hava yavaştan kararmaya başlamış, fotoğraf makinemi çoktan çantama yerleştirmiş ve kendimi adamın sohbetine kaptırmıştım. Cebinden bir armonika çıkardı ve çalmaya başladı. Kuşlar, böcekler sustular ve yerli adamın armonikasından çıkan nağmeler eşliğinde gölün karanlığa gömülmesini izlediler.
Vedalaştık ve ben oldukça gecikmeli olarak, zifiri karanlık içinde dönüş yoluna koyuldum.
Bir süredir araştırmakta olduğum Acadians (*) ile Métis halkı arasında bir bağ olduğunu öğrendikten sonra, Métis halkı daha da ilgimi çekti. Internet üzerinden biraz arama yaptım ve kütüphaneden birkaç kitap aldım. Konuyla ilgili derin bilgisi olan tarihçi ve araştırmacı dostlarımızın affına sığınarak, edindiğim küçük bir miktar bilgiyi paylaşmak isterim.
Métis, Kanada ve ABD’nin karışık yerli etnik grubunun ismidir. Bu etnik grup, yerli ve Avrupa kökenlilerden farklı bir karışık kimliğe ve geleneklere sahiptirler. Métis, Kanada’da çok özel bir sosyal tarihe sahip bir yerli grubu olduğundan yıllar boyunca, Kanada yasalarına göre yerliler (Indians) olarak kabul edilmediler. Nihayet 1982 yılında yeniden yapılanan anayasada First Nations ve Inuit’lerle birlikte Kanada yasalarında hakları olan yerli halklar olarak kabul edildiler.
Métis halkı, 18.yüzyıl başlarında, kürk ticareti yapan Fransız ve İskoç tüccarların Cree ve Anishinabe gibi Aborjin kadınlarla evlenmeleriyle ortaya çıkmış ve zamanla Kuzeybatı topraklarında, kürk ticaret yolları üzerinde gelişen ayrı bir kültür ve ulus (nationhood) oluşturmuşlardır. Özellikle Manitoba, Saskatchewan ve Alberta başta olmak üzere Ontario, BC, Northwest Territories ve ABD’nin kuzey kısımları “Métis Nation Homeland” olarak adlandırılmaktadır.
Michif adı verilen Métis-Fransızca dili konuşmaktadırlar. Sadece Métis halkına özel olan bu dil; Cree, Ojibway ve diğer First Nations dillerinin Fransızca ile birleştirilmesinden oluşmuştur.
2016 nüfus sayımına göre Kanada’da 587,545 Métis nüfusu mevcut olup, mavi zemin üzerinde sonsuzluk sembolü bulunan bayrakları vardır.
Métis halkı ve tarihi ilginizi çektiyse, “From the Ashes: My Story of Being Métis, Homeless, and Finding My Way” adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim. Jesse Thistle tarafından yazılmış olan kitabın sesli kitap ve Kindle formatları da mevcut.
Belki, gittiğim göl kıyısında güzel bir sonbahar günbatımı fotoğrafı çekememiş olabilirim ama harika bir insan ile tanışıp onun sayesinde yeni bilgilere sahip olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Dünyanın farklı yerlerinde, kendi öz vatanlarında, kendilerini kabul ettirip eşit haklara sahip olabilme mücadelesi veren insanları gördükçe, işgal altında paramparça olmuş bir ülkeden, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha minnet ve şükranla anıyoruz.
Sağlıklı, mutlu ve rengarenk renklerle bezenmiş “perfect” bir Kasım ayı diliyorum.
(*) Acadians konusunu ayrı bir makale olarak sizlerle paylaşacağım.