Merhabalar efendim,
Pandeminin gölgesinde bir eğitim öğretim yılına daha adım attık. Maskelerle, fiziksel mesafelerle duruma ayak uydurmaya gayret eden çocuklarımıza allah zihin açıklığı versin.
Ailelere ise ancak sabır dilemek mümkün. Zira içinde bulunduğumuz şu çağda en çok ihtiyaç duyulan melekelerden biri sabır.
Sosyal ve ekonomik dengesizliklerle uzun yıllardır çivisi çıkmış olarak nitelediğimiz dünyada, bir türlü bitmek bilmeyen pandemi sabrımızın sınırlarını zorlasa da inatla iyiyi ve güzeli yüceltmeye devam etmek gerek. Çünkü alternatifi en basit tabiriyle orman kanunudur. Gücü yetenin güçsüzü ezdiği, varlıklı olanın olamayanları saygıya değmez görmesi, kumandayı eline alanın farklı fikirlere denk geldiğinde kanal değiştirmesi, en çok bağırabilenin en haklı görülmesi ya da iyi niyetin bazı sözlüklerde enayilikle eşanlamlı olması gibi saymakla bitmeyecek örnekler hepimizin yaka silktiği durumlar. Bir başka deyişle, orman kanunun şehir hayatına yansımaları.
Bu yüzden birçoğumuz en yakın çevremizde bile reality show kıvamında hayatların sahnelendiğine şahit oluyoruz. Mühür kimdeyse Süleyman odur misali, çoğunluğu arkasına alanın çirkefliği anayasa sayması da bu yüzden, cehaletini madalya gibi taşıması da.
Diğer yandan, yaşanan değil, sahnelenen hayatlar ‘rating’ yapsa da teknolojinin gölgesinde yozlaşan insani değerlerin hepimiz halen farkındayız.
Bence özellikle ilk kuşak göçmenler olarak tam da bu noktada Kanada’ya neden geldiğimizi hatırlamakta ve hatırlatma fayda var.
İnsanlık onuru başta olmak üzere, dürüstlüğe, eşitliğe, tarafsızlığa, adalete, kısacası huzurun temel kaynaklarına olan ihtiyacımız ve özlemimizden dolayı çıkmadık mı bu yola? Çocuklarımıza vermek istediğimiz değerler bunlar değil mi?
Öyleyse özlemle ayak bastığımız bu toprakları niçin kirletiyoruz? Niçin korkularımızı kendi ellerimizle gerçekleştiriyoruz?
Pandeminin neredeyse hepimizi ekranlarda kilitli tutmasından olsa gerek, bu kirlenme gün geçtikçe daha da görünür hale geliyor. Göç ettiğimiz bu topraklarda sayımız gün be gün çoğalıyorken, dostluklarımızın nüfusumuza ters orantılı gelişmesi de bunun en belirgin kanıtı. Hiç de azımsanmayacak sayıda kişi bu yozlaşmayı durdurmaya gücü yetmediğinden olsa gerek, uzaklaşmayı ya da ayrılmayı tercih ediyor.
Özellikle aynı dili konuşan, aynı yemeklerden tat alan ya da aynı şarkılarla hüzünlenen insanların birbirini vicdansızca ezdiğini gözlemlemek insanın canını gerçekten acıtıyor dostlar.
Bence çeşitli sosyal medya platformlarında, telefon görüşmelerinde ya da en basiti bir kahve içimi sürede sergileniveren reality show bölümleri, başrol oyuncuları hariç herkese kabak tadı vermeye başladı. Üstelik adil olanı yapmaya çalışanın yaftalandığı, doğruyu öğretmeye çalışanın yalancı çıkarıldığı ya da hatayı gösterenin hatalı bulunduğu bu diziler her bölümde seviyeyi daha da düşürmek suretiyle çıtayı yükseltiyor, sizler de farkındasınızdır. Kaç bölüm daha izleneceği ise toplumsal yozlaşmanın seviyesine bağlı görünüyor.
Oysa hayallerimizin peşinden koşarak geldiğimiz Kanada’da hayalimizdeki Kanada’yı yaratmak mümkün. Bence tek yapmamız gereken azıcık sorgulamak. Ama art niyet aramadan, açık bulmaya çalışmadan, çirkinleşmeden ve çirkinleştirmeden sorgulamak ki önce insanın kendisinden başlamalı. Başkalarını suçlamak ya da alkışlamak yerine azıcık rahatından feragat edip içine bakabilmeli insan. Özlediğimiz toplum hayatının reçetesi başkalarına adalet dağıtmak yerine kendimizi ve zihniyetimizi adilce sorgulamak.
“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” derken Sokrates bir fanteziyi değil, oldukça işlevsel bir kavramı, hepimizin her daim işine yarayacak bir gerçeği dile getiriyordu. Sorgulamaya başlarken de ahlak kavramını başucumuzdan ayırmamak gerek. Tek ahlak, herkes için ahlak, günün birinde reality showlar yayından kaldırıldığında insan içine çıkmaya yüzümüz olsun diye ahlak, hepimize lazım olacak olan ahlak.
Dünyanın hali ortada dostlar. Seçmediğimiz bir yığın kimlik uğruna canımızı ortaya koyacağımıza ilerlemeyi seçelim. Yok etmeyi değil, yaşatmayı ve var etmeyi seçelim. Gelecek nesillere ancak böylelikle pozitif bir şeyler bırabiliriz. Gelecek nesiller dediğimiz de o kadar uzakta değil hani. Z kuşağı bizim ellerimizde yetişiyor. Üstelik Z kuşağı balık istemiyor. Hatta balık tutmayı öğretmemizi de istemiyor. İstedikleri tek şey onlara balık tutacak bir deniz bırakmamız ve tuttukları balıkları ellerinden almamamız. Benden söylemesi.
Perfect olun, Perfect kalın…