Merhabalar efendim,
Huzurunuzun yerinde olduğunu umuyorum. Artan yaşam masrafları, binbir çeşit hastalık endişesi ve gelecek kaygısıyla huzurumuz pamuk ipliğine bağlı olsa da içinde bulunduğumuz şu çağda belki de sahip çıkmamız gereken en önemli değerimiz huzurumuz.
Bu yüzden akıllarımızı ve gönüllerimizi huzurumuzu korumak yolunda eğitmeliyiz.
Her şeyin başı eğitimse eğer, işe kendimizden başlamakta fayda var.
Eski Türkçedeki kalkındırmak, beslemek, yetiştirmek manasına gelen ‘igit’ sözcüğünden dilimize göç eden eğitim, günümüzde sadece somut anlamıyla kullanılarak; bir konuda bilgi ve beceri kazandırma anlamına sıkıştırılmış durumda nedense. Kelimenin soyut içeriği olan idrak geliştirmek ise Arapça kökenli terbiye kelimesiyle ifade edilir olmuş.
Hedefe varan yolu ikiye bölünce de terbiyeden eğitime uzanan uzun bir yol oluşmuş.
Oysa Türkçe, akıl, zeka, idrak ve düşünmek kavramlarını ifade etmek bakımından ilk yazılı metinlerinden itibaren oldukça geniş çeşitliliğe sahip bir dil. İgit kelimesiyle ifade edilen yetiştirmek kavramı ise belki de birçok sorunun kaynağında yatan bir cevap. Çünkü bir çoğunuzun katılacağı üzere, günümüzde çocuklar sadece büyütülüyor fakat yetiştirilmiyor ve ikisi arasında dağlar kadar fark var.
Nazi Almanyası’nda toplama kamplarından birinden sağ kurtulan bir lise müdürünün ibret verici yazısında dile getirdiği gibi, binlerce kişinin can verdiği gaz odaları ve bebeklere enjekte edilen zehirler, alanlarında en bilgili mühendislerin ve doktorların eseriydi.
Buradan yola çıkarak, bir çocuğun toplum yaşamında yerini alması için sadece bilgiye ihtiyacı olacağı ve aldığı bilgiyi en iyi yansıtan çocuğun geleceğinin en parlak olacağı yönündeki hırslı inanç, çocuğu insaniyetten nasibini almış kişi kategorisine yükseltmediği gibi dünyamızın temel sorunlarından birini oluşturuyor.
Bence çocuklarımızı bilgiyle donatıp kişisel gelişimlerini ihmal ettiğimizde insaniyetin konulduğu tabuta bir çivi de bizler çakmış oluyoruz.
Bir bayrak yarışı misali, insaniyeti yüceltmek için gerekli bilgi ihtiyaçlarını eğitimle, anlayışlarını ise terbiye yoluyla karşılamaya çalıştığımızda, kendilerini bulacakları alanı sadece daraltmış oluyoruz.
Bir yandan terbiye etmeyi sadece terbiye edenlerin insafına ve niteliğine bırakmış oluyoruz; diğer yandan eğitim olarak adlandırdığımız süreçte öğretmeyi esas alarak çocukların öğrenme özelliklerini gerekliliği tartışılabilecek konularla törpülüyoruz. Her iki durumda da birinin etkin diğerinin edilgen olduğu bir sahne oluşuyor ve her iki durum da ucundan kenarından da olsa mecburiyet içeriyor. Bu da doğrudan sonuca yansıyor ve çoğunlukla kendimizi nerede hata yaptığımızı sorgularken buluyoruz.
Tüm bilimsel çalışmalar ve araştırmalar, canlıların sadece terbiye edilerek veya öğretilerek gelişmeye müsait bir varlıklar olmadığını gösteriyor. Öyle olsaydı en çok kırbaçlanan at yarışı kazanırdı.
Söz konusu insan olduğunda ki o insan canımızı bile gözümüzü kırpmadan feda edeceğimiz evladımız olduğunda, hayalini kurduğumuz parlak geleceğe sadece ona bir şeyler öğretmekle varabileceğimizi zannetmemiz aslında trajik bir durum. Çünkü evlatlarımızın ve hatta bizlerin de kuru kuruya öğrenmekten çok daha fazlasına ihtiyacımız var.
İnsanın, özellikle beyin gelişimine ve evrimleşme sürecine bağlı olarak kendini kontrol etme, yönetme, arayışlar peşinde olma, üretme, seçenekler bulma gibi davranışlar geliştirmiş olması, öğrenmesini de farklılaştırması anlamına geliyor.
Sözün özü, her insan farklı şekilde öğreniyor. Kimi kendi kendine öğreniyor kimi izleyerek, kimi deneyerek, kimi problem çözerek, kimi dinleyerek.
Bizlere düşen onlara hayat gerçekliğine uygun ortamlar sunabilmek, bireysel gelişimlerine katkıda bulunabilmek.
Zaten eğitimin doğası da bu değil mi?
Çocuklarımızın kendi farkındalıklarını oluşturmaları, kendilerine yetmeleri, hayata dair beceriler edinmeleri ve kendilerini geliştirme hissi ve düşüncesinin oluşması dünya genelinde binlerce ailenin esas göç sebebi değil mi?
Yöneleceği alan ne olursa olsun, ideal olanın sağlanabilmesi için bir çocuğun öğreticiden ya da terbiye ediciden çok daha fazlasına ihtiyacı var. Günümüz şartlarında her ne kadar sözlükte aynı anlama gelen kavramlar olsalar da eğitim ve terbiyeden beklediğimiz sonucu bağırarak, cezalandırarak, aşağılayarak, düşük not vererek, kıyaslayarak, rüşvet ya da ödül vererek başarmak asla mümkün değil.
Bence zaten aynı anlama gelen eğitim ve terbiye kavramlarını birleştirmeliyiz.
Böylelikle çocuklarımıza hem akıllarının ihtiyaç duyacağı bilgi ve becerileri kazandırmanın yolunu açabiliriz hem de zihinlerinin ihtiyacı olan anlayış ve gelişime katkıda bulunabiliriz.
Bence bir insanın kendi sınırlarını zorlaması için zorlaştıranlara ihtiyacı yoktur. Tam tersine, ilerleme bilincine ve ilerlemek gerekliliğini idrak edeceği ortama ihtiyacı vardır.
Uzun sözü kısası, çocuklar ve gençler sadece kendilerine gösterilen, kendilerinden istenilen şeyleri söylemek veya yapmak durumunda kaldıkları sürece, kendi potansiyellerini kullanmadan vasat bir gelişim seyri gösteriyorlar ve birer yetişkin olarak bizler yapıcı bir adım atmadığımız sürece göstermeye devam edecekler.
Her şeyin başı eğitimse eğer, işe kendimizden başlamakta fayda var. Bir insan yetiştirmek ancak kendimize yöneldiğimizde ve kendimizi yetiştirmeye başladığımızda mümkün olacak.
Perfect olun, Perfect kalın…