Merhabalar efendim,
Pandeminin gölgesinde bir yazın daha ortasına geldik. Normal şartlarda festivallerle, bahçe partileriyle cıvıl cıvıl geçen Kanada yazları bu sene de COVID 19 darbesi aldı. Korona, gözün kör ola diyoruz, son sözü önce bilime sonra kadere bırakıyoruz.
Tüm dünyayı kaplayan bu karanlık tünelin sonu göründü. Yaşamlarımızdan yaptığımız onca fedakarlık işe yarıyor. Maskeler, mesafeler etkisini gösteriyor. Her şeyden önemlisi, bilim insanları sayesinde geliştirilen aşıyla geleceğe daha güvenle bakabiliyoruz artık. Bu virüsü bir anda yok etmek gücümüz dahilinde olmasa da azaltarak, engelleyerek çıkış kapısına yaklaşıyoruz.
İşte tam bu noktada ayrılıklar giriyor aramıza. Bir yanda aşı olun kurtuluncular, diğer yanda tuzağa düşmeyinciler.
Virüsün V’si, aşının A’sı haberlere düştüğünden bu yana o kadar çok komplo teorisine maruz kaldık ki olanla olması gereken arasındaki ufuk çizgisini yitirdik. Virüsün uydurma olduğuna inananlar, milyonlarca vefat haberinden sonra bu kez de aşının içinde çip olduğunu yaymaya başladılar. İşin trajikomik tarafı, vücudundaki organların yerinden emin olmayan kişilerden aşının içeriği ve etkisi hakkında bilirkişi yorumları duymamız oldu. Aynı kişiler ki çoğu yakın çevremizde bulunuyor, aşı olanları aşağıladılar, hatta suçladılar.
Diğer yandan aşı olanlar olmayanları dışladı, dar kafalılıkla suçladı…
Derken politikadan spora, dini inançlardan iyi ebeveynliğe her konuda olduğu gibi, iki takımın mensupları birbirlerini kıyasıya yargılamaya başladılar.
Yargılamak ne kolay. Pandemiye rağmen annesiyle tatile çıkan arkadaşı yargılamak ne kolay. Kanserin dördüncü evredeki annesinin yüzünü son kez gülerken görmenin onun için dünyaya bedel olduğunu bilmeden sorumsuzlukla suçlamak ne kolay.
Aylarca evinden çıkmamış, alışverişe giderken arabasında bile maske takan ablayı yargılamak ne kolay. Teşhisi bile konulamamış dertlerden muzdaripken çocuklarına ve torunlarına hasret kalmanın acısını yüreğinde taşıdığını bilmeden alay etmek ne kolay.
Kanada hükümetinin neredeyse dakika yitirmeden imdada koştuğu bir zamanda işini kaybetmemesine rağmen acil durum fonlarından yararlanan anneyi yargılamak ne kolay. Aylardır işsiz olduğunu ve çocuğunu doyurmak için onurundan vazgeçmek zorunda kaldığını bilmeden hırsızlıkla, bedavacılıkla suçlamak ne kolay.
Kısıtlamalar hafifler hafiflemez alışveriş merkezlerinin, ikinci el mağazaların önünde kuyruğa girenleri yargılamak ne kolay. Belki şiddet gördüğü ya da güneşin varlığını unutturan bir bodrum katına ev demek zorunda kaldığını ve bir parçacık huzur için yaşamını riske attığını ve herkesin ev dediği yerin mutlu bir yuva anlamına gelmediğini bilmeden veya umursamadan yargılamak ne kolay.
Kendimizi dünyanın merkezi sandığımız ve her yaptığımızın mutlak doğruluğuna inandığımız sürece yargılamak ne kolay.
Tastamam bu sebeple bazı aklıevvel kişiler, Kanada’nın yerli halkına yüzyıllar boyunca yapılagelen zulmü haklı sebeplerle normalleştirmeye çalışıyor. Ailesini görmesi, anadilini konuşması kadim kültürünü öğrenmesinin yasak ve hatta günah sayıldığı okullarda üstüne bir de taciz ve tecavüz edilen çocukların çilesini; yıllar sonra ise aralarından sağ kalabilenlerin çığılığını susturmaya ve yok saymaya çalışanlar, kendini dünyanın merkezi sananlar.
Yargılanan hep başkası olduğunda en kolayı yargılamak.
İkinci dilimiz İngilizcede güzel bir deyim var: Yargılamadan önce o kişinin ayakkabısını giyip bir mil yürümek. Bence bu deyimin derinliğini azıcık idrak etsek, etrafımızdakileri yargılamakta bu kadar cesur, yorumlarmızda bu kadar incitici olmaktan kurtulabiliriz.
Kök saldığımız coğrafyaların, karakterlerimizin temelini atan ailelerimizin, öğretmenlerimizin, yaşamlarımıza yön veren öğrenimimizin, edindiğimiz tecrübelerimizin, seyrettiğimiz filmelerin, okuduğumuz romanların, dinlediğimiz masalların, dostlarımızın, patronlarımızın ve hatta aşklarımızın yargı mekanizmalarımızdaki etkilerini sorgulayacak cesarete sahip olabilirsek, belki yargılarken adil ve insaflı da olabiliriz.
Ne de olsa hepimiz birinin çocuğu, birinin dostu, birinin eşiyiz ve birbirimize ihtiyacımız var.
Hepimiz normal yaşamlarımızı aynı oranda özledik. Kapı önünde misafir uğurlamayı, maskesiz alışveriş yapmayı, korkusuzca tatile çıkmayı hepimiz özledik. Planlar yapmayı, hayaller kurmayı özledik. Hepimizin hevesi kursağında kaldı.
Bence geniş zamanların çantada keklik olmadığının farkına varmak ve yargılamakta aceleci olmamak için mükemmel bir fırsat.
Perfect olun, Perfect kalın…